IşıkKaranlık

şairin elinde…

Takip et

© 2024. Designed by SosyalZoom.

Fotoğraflar: Engin Güneysu

Şarkıların Hikayeleri / Arabic Fahişe: Dünyanın en güzel kabristanı!

Bavulumu toplamıştım, adaya gidecek olmak ayrı bir heyecan uyandırıyordu içimde. İlk defa misak-ı milli sınırlarının dışına çıkacaktım. Bir yarısı fesli, cüppeli, diğer yarısı şapkalı ve kravatlı bir imge aklımdan çıkmıyordu. Bir dostumun albüm yaptığında kapağına koymayı düşündüğü resimdi bu. Bir de çocukluğumun karartma geceleri. Uzun bir yolculuk sonrasında otel odamın penceresinden baktığımda, bir mürekkep balığı gibi kımıldıyordu Akdeniz, diğer yanda ise Beşparmak Dağları’nın kayalıkları anıt gibi yükseliyordu. Konserlerden bir gün önce gelmiştik Kıbrıs’a; biri üniversitede, diğeri barda olmak üzere iki ayrı gün çalacaktık.

Uzaklığı sözle ölçmek, kelimelerin doğurduğu anlamın soğuk bir zırhla kaplanmasına benziyor. Kendini bulamamış biri toplumun içinde sürüklenmeye mahkum. Hem uyumsuz, dışlanmış biri gibi hisseden hem de varolmak için yanıp tutuşan bir genç için bu coğrafya pişmek adına mükemmel bir kazan.

Burada Cemil Meriç’e kulak vermek gerekiyor; “Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır. Zira o, yarınki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil… Şahsiyet, görünen cemiyet içinde görünmeyen cemiyeti seçip, tahtını onun bağrında kurmakla edinilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, bir olacağa bağlanıştır…”

Konseri organize eden ekip öğle yemeğinden sonra Karmi köyüne bir gezi düzenledi. 1974 Barış Harekatından sonra köyün Rum sakinleri güneye göç etmiş ve burası uzun süre atıl durumda kalmış. 80’lerden sonra tekrar düzenlenmiş ve yabancıların da yerleşmesiyle adı “İngiliz Köyü” olarak kalmış. Nostaljik taş evlerin arasından uzanan dar, kıvrımlı sokakları begonvillerle kaplanmış bu masalsı köyde gotik unsurlara sahip bir Ortodoks Kilisesi, Bizans dönemine ait bir manastır ve 16. yüzyıldan kalma bir kilise daha vardı. Köyün bugün hala duran aile kafe’sinde kahvelerimizi yudumlarken bu kez aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar şu sözleri takıldı:

“Hem şarklı, hem garplı olabilir miyiz? Elbette hayır. Fakat garplı bir şarklı olabiliriz. Şark bizim şimdilik çektiğimizdir ve galiba uzun zaman da öyle kalacaktır. Hüviyetimizden milletçe çıkmak imkanımız olmadığına göre kabil değil.”

Konser yaklaşıyordu ve aklımda o yarısı fesli, yarısı şapkalı portre dans ediyordu. Üniversite konserleri her zaman çok enerjik geçer, grubun uyumu ve havası da yüksekti o gün. Hayranlarımız konser çıkışında etrafımızı sarmıştı. Bu kültür çorbasının içinde “Rock Star” olmak da ayrı bir çelişkiydi. Odama döndüğümde “Ben arabic fahişeyim, iyi öpüşür dans ederim, suda yaprak, içki masasında mezeyim” dizelerini karaladığımı hatırlıyorum.

Ne kadar doğuya gidersem o kadar batılı, ne kadar batıya gidersem o kadar doğulu kalıyordum. Gerçi bu sefer güneye inmiştik ama pusula hep doğu-batı arasında sıkışmıştı. O güzel insanlardan ve adadan ayrıldıktan sonra şehirdeki rutinlerimize geri döndük.

Provalar, gece hayatı, konserler derken belki de bu sarmalı en iyi ifade eden “Ruhum Tibet’li bir rahip kentin loş caddelerinde, kalbim kuduz bir köpek Pasteur’ün dizlerinde” satırlarını da ekledim notların arasına. Açıkçası “Yalnızlık Mevsimi” albümünü yaparken bir mihenk taşı olacağını hissediyordum. Aslında hepimiz hissediyorduk, zamanın müzik endüstrisinin ve medya çarklarının dışına çıkmak, uzağında konumlanmak bizim için önemliydi. Kadıköy’de bir stüdyo kiralamış ve aylarca çalışmıştık orada. Grubun inanmışlığı, adanmışlığı üst düzeydeydi, müzikal ve düşünsel olarak bir pop grubunun ötesinde olduğumuzu göstermek istiyorduk.

Şarkının bestelenmesi daha uzakta olacaktı ama nerede? Elbette güneyde!

Kemer Nar festivali için davet edilmiştik. Beş yıldızlı bir tatil köyünde bir hafta misafir edilecektik. Haftasonu konserimiz vardı. Dönemin plak şirketi peşimizi bırakır mı, Magazin Forever’ından yerel gazetelere kadar herkesle röportaj bağlamışlardı, bir keresinde yönetmen ve ekibini yollayıp klip bile çektirmişlikleri vardır. Uzun lafın kısası tatilde bile rahat yoktu. Bir gece Selim aradı, “Ya bir besteye bakıyorum, gelsene çalışalım” deyince hemen odasına gittim. İlk başta şarkının nakarat akorlarını dönüyorduk ama nakarat için sözleri oturtamamıştık. Vokal altı akorları belirince Arabic Fahişe’nin ilk dizelerini gösterdim. Bir anda yükselmiştik, doğu tınıları da olmalı diye konuşurken, Koray ve Serkan’ı aradık, onlar da geldi.

Burada Koray’ın solistliğine ayrı bir bölüm açmak lazım, onu diğerlerinden ayrı kılan özelliklerin başında, erken yaşta başkalarının bestelerini de söyleyip sanki kendi şarkısıymış gibi hissettirebilmesi geliyor bence. Dave Gahan, Geddy Lee ve birçok sanatçıda gördüğümüz bir özellik. En zor işlerden biridir bu, elbette grubun içinde olmak bir nebze daha rahatlatıyor durumu ama inandırmak ayrı bir mesele. Serkan 2024’te çaldığımız konserlerin birinden sonra; “Koray söyleyince kendimi yuvamda hissediyorum” demişti. Hepimiz için öyle, özellikle de bizi biz yapan dinleyicilerimiz için de.

Şarkının omurgası oturduktan sonra geliştirmek için stüdyodayken ara bölümün riff’leri şarkının zirvesi oldu. Selim daha önce Erdinç Şenyaylar keman ekibiyle çalışmıştı. Serkan keman melodilerini yazdı. Ama ana sorunu metronomda yaşıyorduk. Provalarda çaldığımız hissi yakalayamadığımız için, melodi ve söz altlarının metronomlarını farklı kaydettik. Bu işimizi zorlaştırdı. Yalnızlık Mevsimi asıl kayıtlarından önce Marşandiz stüdyolarında “Hücum Kayıt” almıştık (her şeyi aynı anda çalıp, kaydetmek). O kayıtlar hala duruyor. Kimbilir belki bir ara onları da yayınlarız.

Asıl olay klibin yayınlanmasından sonra koptu. Ömer Faruk Sorak’ın en iyi işlerinden biriydi kanımca. Ekip muhteşemdi ve şarkının alt okumasını çok iyi yapmışlardı. Fakat şarkı çıktığından kısa bir süre sonra RTÜK tarafından yasaklandı. Plak şirketi ateş püskürüyordu. Hatta prodüktör Rıza Erekli; “Aferin lan, bu devirde bile şarkı yasaklattınız ya, helal olsun size!” diye dalga geçiyordu. İmdadımıza rahmetli Haydar Dümen yetişti ve bizi televizyon programına davet edip şarkının neyi anlattığını bizden daha iyi aktardı izleyicilere

“Düşünceler göklere yükseliyor, fakat vücut toprağa bağlı” Oğuz Atay

Oğuz Atay

Albüm satışları çakılmıştı. Artık ailenizin sevimli  rock grubu değildik, maymunlar gözlerini açmıştı, aslında Şairin Elinde ve Bad’lik Amiri ile sinyali vermiştik ama bu tam nokta atışı olmuştu. Her aydınlanmanın bir bedeli var; İkarus gibi güneşe yakın uçmuştuk ve kanatlarımız yanmıştı.

Yıllar sonra bir meyhaneye gittik, arada sigara içmeye dışarı çıkmıştım, vale yanıma yaklaştı, ışıl ışıl bakışlı bir delikanlıydı, durdu, öylece birbirimizi süzdük, gözündeki soru işaretlerini görüyordum, gülümsedi ve; “Abi sen biri gibisin…” deyiverdi. O balık lokantası meşhurdur, birçok tanınmış kişi gelir, birine benzetebilirsin ama biri gibi olmak tamamen başka bir durum. Sonra da ekledi; “Bir şey gibisin…” Ah evet doğru, uzaylı gibiyim. Dostum Ali Karabekir’in de dediği gibi; “Yanlış gezegendeyim!”

Yorum bırakın: