CEHENNEMİN TERASINDA BİR GÜN
Bizim burada cehennemde yaşadığımız doğru değil, burası cehennemin terası. Hatta terasın da daha serin yerleri var, nasıl algıladığına göre değişir tabi, bana göre her bulunduğun yerin hem yakması, hem de serinletmesi var. Bu terastan aşağı katlara inersen vay haline, katlanarak büyüyen bir azap boyutunda yutulursun. Bir diğer seçenek ise kanatlanman ve terastan yukarılara uçman ya da doğuya, ya da batıya. Bu da mümkün. O yükseklikte nelerle karşılaşılır bilemem ama iki cihette de yalvarmak tek şans.
Hepimizin hayalleri ve umutları var ve tabi ki tüm bu arzuların yanında da bir uçurum.
Merak etmeyin, ben küçük dünyamda mütevazi bir şekilde yaşıyorum diyenlerin de bir yanı dibi görünmeyen bir uçuruma bakıyor. İster 1+1, ister tiny house, ister dubleks villa, istersen ailenin evinde bir oda; bir yanı uçurum.
İnsan bu hayatta gerçekten çok az kişiyi seviyor, ee tabii sevmek zor; birilerini bir dönemliğine sevebiliyorsunuz ama çok az kişiyi tam anlamıyla sevgiyle kucaklıyorsunuz. Bazılarımız için çocukları, bazılarımız için ailesi, bazılarımız için sevgilisi, bazılarımız için hiç kimse. Bir sayı söylemek gerekirse ben; “Söz sevdiğini yalnız bırakmaktır” der, geçerim. Geri kalanında saygı duyduklarınız kümelenir ya da belirli oranda sevdikleriniz, yani bütünüyle sevemedikleriniz. Bu arada sevmediğiniz birine saygı duyabilir ve sevdiğiniz birine saygı duymayabilirsiniz. Seçimler anlık görünse de asıl seçimler zamanın geride bıraktıklarıdır; onlar birer abide gibi yükselir… Nerede? Elbette uçurumun dibinde.
Boğaz köprüsünden bir gün içinde altı kez geçmişliğim vardır, bu rekoru hala kıramadım ve kırmak istemem doğrusu; çünkü çocukluğumdan beri her geçişimde bende tarihin derinliklerini de kapsayan muazzam bir duygu yüksekliği oluşturur. Zihnim bozuk bir pusula gibi dönmeye başlar, hayalimde defalarca atladığımı yaşatırım kendime, bazen kırık kemiklerle kurtulurum, bazen de cesedim Samatya’ya vurur. Her defasında bir birleşmeyi değil bir kopuşu imgeler bana bu geçiş.
Ne zaman karşıya geçsem bir yabancı gibi hissederim kendimi, lisede beş yıl boyunca Sultanahmet’e gittiğimde bu ayrıksılık hiç yakalamadı beni, okul çıkışı Şişli Spor Kulübü’nün Taksim’deki salonuna basketbol antrenmanı için geçerken de hissetmedim ama köprünün diğer tarafına geçtiğim anda bir yabancıydım. Asya’ya döndüğümüzde yuvamda bulurdum kendimi. Bunu konuşurduk aramızda ve Anadolu yakasında oturan neredeyse herkes bu duyguyu taşıyordu.
Ne zaman bir şarkıyı grupça aynı anda düzenlesek tadı bir başka olurdu. Şairin Elinde, Arabic Fahişe, Bad’lik Amiri… Boğaziçi de onlardan biriydi. Stüdyo 18 zamanlarındaki sonsuz provalardan birinde ortaya çıkmıştı. Sözler zaman içinde yazılmış, kelimeler defalarca döndürülerek yerlerine oturtulmuştu. İşte, orada, öylece uçurumdan yükselen bir abide gibi karşımızda bize bakıyordu.
Geçenlerde yaptığımız bir sohbet esnasında Koray şarkının en az beş ya da altı versiyonu olduğunu hatırlattı. Kalipso tarzında bir bestesi bile olmuş o sözlerin, hem güldük, hem de şaşırdık. Grupta dört tane şarkı yazarı olunca olabiliyor böyle şeyler. O dönem grupça zor zamanlardan geçtiğimiz bir dönemdi, Kadıköy’de bir stüdyo kiralamıştık albümü bitirebilmek için. Bir arada aynı duyguları ve düşünceleri yaşamak şarkıların içine ayrı bir ruh üflüyor. Grup olarak üstümüzde ünlü olmanın getirdiği yükler de cabasıydı.
Bazen terasta biri size bir sigara uzatır, yakmak için ateş aramanıza gerek yoktur, zaten yakıp vermiştir. Bizi biz yapan o yüklerin üzerine çıkmak olmalı, bağışlamak boyun eğmekse önümüzdeki tek engel kendimiziz, başka birini affetmiyoruz.
Mesela onsekiz aylık askerlik dönüşünde, grubumdan ayrılmış, akabinde babamı kaybetmiş, apoletleri sökülmüş bir general gibi esir kampında tecrit hücresine yollanmıştım. Terasın kampında bile serin yerler var, yaşananlara nasıl bakıldığıyla ilgili bu, ne kadar öfke ve intikam ateşiyle kavrulsam da ben çalışmaya devam etmeyi yeğlerim, çünkü insanın kendini tanıma sürecinde onun yakıcı duygularını şifaya çevirmesinin tek yolu bu.
O zaman bu köprüyü geçememiştik, kader olgunlaşma sürecinde hepimize ayrı yollar çizmişti, şimdi kutsanmış bir şekilde sevdiklerimizle bir aradayız. Araplar sanmasın ki cehennemin terasından aldıkları konutların yanında tedirginlik içinde bakacakları bir uçurum yok. Kendi şeytanını taşlayamayan başkasının şeytanına beton döküyor.
Biz elbette biliyoruz o uçurumun da bize baktığını ama kanatlarımız açıldığında sonsuzlukta parıldayacak olan emekçiler bizleriz.